SİZ DEYİN YİRMİ BİR AY BEN DİYEYİM BİR GÜN

Kocaman yirmi bir ay geçti üzerinden. Gülüyorsun, şakalar yapıp güldürüyorsun, yemek yiyorsun, uyuyorsun... Görünürde normale dönüyorsun. Ama kime göre neye göre normal?
Düşünsene 'dünyada bir tek o olsun bana bir şey olmaz.' dediğin hayatının en değerli varlığı ANNEN'in ansızın ölüm haberini alıyorsun... 
Rüyanda öldüğünü görünce ağlayarak uyanıp yanına koşup 'anne sen hiç ölme ne olur' dediğin insanın hiç beklemediğin bir anda bir telefon vesilesiyle 'Annen öldü. Gel.!!' haberini alıyorsun. 
Bir anda kocaman bir saman yolu galaksisi sana bomboş görünmeye başlıyor. Çünkü o galaksinin senin için anlam ifade etmesini sağlayan o insan gitti... Hem de bir daha asla dönmemek üzere.
Kalkıp gidiyorsun onu son bir kez görüp, yaşarken sayılı söylediğin o cümleyi artık hiçbir anlam ifade etmeyeceğini bile bile söylemek 'Seni Çok Seviyorum.' diyebilmek için... 
Sonra senin dünyada ki en değerli varlığını alıp bir buz gibi mermerin üzerine bırakıyorlar hem ağlıyorsun hem düşünüyorsun 'çırılçıplak üşür o mermerde...' ama ona dokunduğun zaman fark ediyorsun ki 'annen' mermerden daha soğuk ve katı. Canın çekiliyor rengin kaçıyor sanki vücudundaki bütün su gözyaşı olarak akıyor... Karşında yatan o limon sarısı bedene yalvarıyorsun 'Kalk ne olur ben geldim. Beni bırakma. Senden başka kimsem yok. Ben sensiz nasıl yaşayacağım? Yalvarırım beni bırakma seni çok seviyorum.'  Gibi bir sürü şey...ama kıpırdamıyor bile... O senin saçının tek bir telini dünyalara değişmeyeceğin annen o buz gibi cansız mermerden bile daha cansız işte o an dünya başına yıkılıyor. Bu sefer oradaki insanlara yalvarmaya başlıyorsun 'Yalvarırım annemi o pis toprağa koymayın. Onu orada böcekler yer. Nolur yapmayın.' diye ama insanlar sana hem acıyarak hem de delirmişsin gibi bakıyor. Ve çevrenden 'Sus! Deme öyle. Günah.' gibi sesler yükselmeye başlıyor. Umrunda mı? Asla! Çünkü sen birazdan 'çocukluğunu, mutluluğunu, gülümsemeni, gençliğini...' kısacası her şeyini onunla birlikte o toprağa bırakacaksın... Başında bekleyip yalvarmaya devam ediyorsun bir umut belki sesimi duyar bana kıyamaz ben onun küçük kızıyım diyorsun. Ama bir umudun da onunla birlikte o toprağa giriyor. Yapabileceğin tek şey yaşarken keşke daha çok yapsaydım dediğin son bir öpücük oluyor. Ama onu öpmek mermeri öpmekten farksız geliyor. Çünkü yaşarken sarılıp öptüğünde sana karşılıksız sarılan öpen o kutsal insan artık bunların hiçbirini yapmıyor... İşte o an 'yaşarken ölmek' cümlesinin anlamını idrak etmeye başlıyorsun... 
Sen bir kenarda çığlıklar atıp, ağlayıp, canın sökülürken bir kalabalık onu alıp toprağa koymak için götürüyor... Yine son bir umut diye yalvarıyorsun. 'Götürmeyin nolur. Ben onu bir daha asla göremeyeceğim. Biraz daha göreyim, sarılıp öpeyim.' diye ama insanlar sadece sana 'Yapma! sus!' demekle yetiniyor. Onu o çukura koyup üzerini toprakla kapatmaya başladıkları anda sende defalarca ölümü tadıyorsun. Her şey bittiğinde tek yapabildiğin o toprağa sımsıkı sarılıp ağlamak oluyor. 
Bunu yaşadıktan sonra değil yirmi bir ay bir asır da geçse bu acı asla geçmiyor... Gerçek gülümsemen, mutluluğun asla geri gelmiyor. Dünyanın bütün renkleri siyah beyaz olarak kalıyor... 
Hayatını ruhu çekilmiş ama yürüyen konuşan bir beden olarak devam ettiriyorsun... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Az ve Öz Konuşma

Aile İçinde Kız-Erkek Çocuk Ayrımı

Eğitimde Okulun Önemi